Mugambi tonunun beyaz olduğunu düşündüğü havayı soludu. İstanbul’a gelişinin
ikinci yılındaydı. Ülkesinin sınırlarından taşıp , gelişmekte olduğunu sandığı
bu ülkede , insanların ‘’ırkçı olmayan fakat sevgi bakımından hafif alaycı
olan’’ tavrıyla tanışalı kocaman tam iki yıl.
Çeşitli işlerde yer alan Mugambi , ten
renginin bu ülkede koşullandırdığı bir toteme sahipmiş gibi davranılan ‘’seyyar
saatçilik’’ mesleğine el atmıştı son olarak. Bu meslekte ustalaşacak ve 30-40
cümleden hallice Türkçesiyle insanlara tanesi 5 liradan olan saatleri satmaya
çalışacaktı.
‘’Sağat alırsın ağbi ? ‘’ – ‘’ Fenerbahçe cimboma sallar’’ (Fenerbahçeli
olanlara yaranıp saat satışlarını arttırmak için kullanırdı bu cümleyi ) – ‘’ bej lira , bej lira’’ gün içinde çok sık
kullandığı bazı cümlelerdi.
Elbette insanoğlu merak ederdi , bunca
saat bunca siyahi mülteciye İstanbul’da nasıl ulaşıyor diye. Fark edildiği
üzere Mugambi’nin saat sektörüne el atan toptancıya ulaşması epey zaman
almıştı.
Bunun nedeni aslında bariz belli bir durumla ilgiliydi. Siyahi mültecilerin
saat sektörüne ulaşması için güvenilirlik kazanması gerekiyordu. Mugambi’de
ikinci yılını tamamlayıp kalıcı olacağının teminatını bu şekilde sağladıktan
sonra , nihayetinde saat işine başlamıştı.
İstanbul Kapalıçarşı’da Theodor isimli annesi Türk , babası İspanyol , ruhu
yunan , kesesi Yahudi bir saatçi vardı.
Saatçi Theodor , zenginlere ve turistlere tek tük sattığı saatler dışında , dede yadigarı saatçi dükkanını ayakta
tutabilmenin yolunu uzun yıllardır kavramış ,
mülteci geçişlerle iletişim kurmak için bazı çıraklar yetiştirmiş ,
eline geçen 5 liralık defolu saatlerden , yıllar yılı damlaya damlaya bir göl yaratmıştı.
Günün şafağında siyahi mülteciler gelir , kolilenmiş saatleri alır ,
akşamaysa kar marjı bölüşülürdü. İşte Mugambi Theodor’un işçilerinden olan bu
mültecilerden biriydi. Theodor’un hafif şark kurnazı ruhunu yavaştan tanımaya
başlayan Mugambi , satışlar için var gücüyle çalışmaktaydı.
Onun bu yüksek temposu , Theodor gibi pragmatist bir adamı çok mutlu ediyor ve
Mugambiye yeterli güveni duymasını sağlıyordu. Kırlaşmış ve dökülmüş tek tük
saçlarını kaşırken , teki kırılmış dişini gösteren gülüşünü gizleyemiyordu.
Evet zengindi Theodor. Ah şu dişini de bir yaptırsaydı!
Günlerden bir gün Theodor’un eski bağlantılarından bir iki sıkı koli gelmişti.
Tanıdık olduğu için Theodor hiç para bile ödememişti saatlere. Bıyık altından
gülmüş , İspanyol saati niyetine
kazancınn 3 katına hatta 4 katına satabileceğini düşünmeye başlamıştı. Koli
teslimatını yapmak için sabah Mugambi’yi
bekledi. Tenindeki tek beyazlık gözünün üstündeki sabah silmediği çapağı olan ,
teninin ardından ise saflığı ve
masumiyeti taşan , Mugambi dükkana yine
ilk gelenlerdendi.
Theodor Mugambi’yi alelade bir biçimde kenara çekti. ‘’ Bak kara oğlan. Bunlar
İspanya’dan geldi. 15’e satacaksın tamam mı ? Bej lira bej lira değil! On bej
lira on bej lira ,hatta otuz lira diyeceksin anlaştık mı ? Bunları satarsan
sana sağlamından bir yüzlük veririm bugün. Haa eğer elinde kalırsa. Saatlere
baka baka memleketine gidersin. ‘’ Mugambi anlaması gereken parayla ilgili ana
kelimeleri anladıktan sonra usulca ‘’ Olur ağbi’’ dedi. Saatleri aldı ve yola
koyuldu.
Yürüdü. İzbede yer alan ucuzca bir dönerciye uğrayıp , 1 liraya döner ayran
usulü kahvaltısını yaptı ve satış yaptığı mekana doğru yol aldı. Bugün
satışlarını erken ve hızlı yapması gerekliydi. Bu yüzden zamanı kontrol etmeye
ihtiyacı vardı. Saatin kaç olduğunu bilmeyen bir saatçi olduğunu hatırladı bir
an , koliyi araladı ve yığınla dizilmiş , önceki sattıklarına göre daha
kaliteli olan saatlerine bir göz attı. ‘’Doğru ya’’ dedi içinden ‘’ Saatin kaç
olduğunu bilmeyen saatçi mi olurmuş?’’ , işte o gün günlerdir merak etmediği kadar
saatin kaç olduğunu merak etmişti. Rastgele bir saat çekti. Kenarında ‘’Dali’ye
Gala’dan’’ yazıyordu. Dali kimdi ki ?
Saati koluna geçirdi. Sol kolunu kaldırdı ve yeni saatine baktı. İçinde
Theodor gibi bir adama yapılmış bir hilenin mutluluğu ve kendi söküğünü diken
terzi tadındaki bir saatçinin mutluluğunu hissetti saate bakarken. Fakat bir
sıkıntı vardı. Saat çalışmıyordu. Mugambi Türkçe öğrendiği bir küfrü sessizce
kendi aksanıyla etti ‘’SIKTIR!’’.
Türkler gibi sitem etmeyi seviyordu Mugambi. Aidiyetini arıyordu memlektinden
koptuğundan beri. Küfürlerse bir kültürün renklerinin alt katmanda yer alan
siyah tonlarıydı. Mugambi kendi teninin tonlarında yüzmekten de hoşnuttu.
Saati kolundan çıkarmadı. Pilsiz olduğunu düşündüğü kolundaki saatiyle satış yapacağı
Eminönü iskelesinin önüne değin yürüdü. Tezgahını açtı , daha gür bağırdı ‘’On
bej lira,on bej lira!’’ . 5 lirayı
duymaya alışkın önce çevre esnafı garipsedi Mugambiyi. O gün pek zinde uyanmış
Köfteci Ahmet Mugambi’ye takılmayı severdi. ‘’ Oo Mugambi paraya ihtiyaç çok
herhalde , hayırdır gelin mi getiriyorsun ? ‘’ Mugambi bir an duraksadı . ‘’Yok
ağbi İspanyol bunlar. Ondan’’ dedi saatleri göstererek.
‘’İlk kendine almışsın be oğlum’’ dedi Ahmet kolunu işaret ederek. ‘’ Cidden
paraya ihtiyacın yok galiba.’’ Mugambi sırıttı ‘’ Bozuk ağbi’’ dedi. ‘’ Nasıl
bozukmuş koçum o ya. Getir bir bakalım ‘’ köfteci Ahmet. Eline aldı saati.
Pimini kurcaladı . Saat işlemeye başlamıştı tik tak. Mugambi’nin yüzündeki
sevinç görülmeye değerdi. ‘’ Sağol ağbi’’ deyip köşesine geçti. ‘’ Yalnız
saatini ayarla onun bak . Saat şimdiyi göstermiyor ‘’ dedi önemsemez bir
tavırla Ahmet. Ardından gelen müşteriye köfte ekmek hazırlamaya koyuldu.
Mugambi yapması gereken işe yoğunluğu nedeniyle saatin zamanını güncellemeyi
unutmuştu. Vakit ilerledi. 15 Lira olan İspanyol saatleri kimse almıyordu.
Mugambi’nin korkusu da saniyelerle birlikte arttı. Theodor’dan korkuyordu ,
kendine insanları muhtaç kılan Theodor’un saatleri bugün satamazsa gerçekten
onu memleketine yollamakla ilgili bir şey yapıp yapmayacağıyla ilgili kafasında
bin bir tane soru vardı. Hava kararmaya başladığında Mugambi , cebindeki son 15
lirayı kolundaki saati satın almak için Theodor’a vereceği para kesesine
yerleştirdi. En azından kendine de ait olsa bir tane saat satmayı
başarabilmişti. Ve en azından saati ayarlamıştı. Theodor’un dükkanına
yaklaşırken , esnaf lokantalarından birine dalıp saati sordu. Dışarı çıktı ,
Kapalıçarşı girişine yaklaşırken karanlık bir sokaktan geçerken saati
ayarlamaya çalıştı.
İşte o an olan olmuştu! Mugambi pimi
çevirdikçe garip şeyler oluyordu. Pimi geriye sardı. Yaklaşık 6-7 saat geriye
sardıktan sonra yanında Ahmet abiyi yanında gördü. ‘’ Oo Mugambi paraya ihtiyaç
yok herhalde ….’’diyordu yine Ahmet abi. Mugambi pimi geriye sardıkça şaşırmaya
devam ediyordu. Saatin zamanda minimal yolculuklara neden olduğunu fark etmesi
pek zaman almadı. İşte şimdi dünyanın en keyifli saatçisi olmuştu.
Biraz daha pimi geriye sardı. Mugambi o sırada İspanyol saatlerini almak için Theodor’un yanından geçerken
gördü. Daha sonra parmak uçları kesilene dek pimi geriye sarmaya devam etti.
Tam yarım saat boyunca pimi çevirdi. Türkiye’ye giriş için Theodor’un adamı
olduğunu bilmediği kimselerden yardım alıyordu. Zor süreçlerdi.
Biraz daha çevirdi. Biraz daha çevirdi... 1 saatlik bir çevirinin ardından
suratı gençleşmiş boyu biraz daha kısalmıştı. Annesine sarıldı Theodor , babasına sarıldı. Nijerya’nın meşhur yiyeceği
olan pirinç lapasını çadıra diğer kabileden saldırı gelmeden önce son defa kaşıklıyorlardı.
Pimi geri çekti ve saati durdurdu. Orada biraz daha zaman geçirdi. Annesi ve
babasına dikkatle baktı , keyifle izledi. Mutlulukla acının harmanlandığı bu
yoğun hisse dayanamayıp pime tekrar bastı. Zaman işledi. Sesleri daha erken
duyup saldırıdan kaçan Mugambi yine kurtuldu. Bir şeyi fark etti , tekrar zamanı ileri alıp iyi bir plan
yaptıktan sonra ailesini kurtarmak için geri dönebilir böylece geleceğini
değiştirebilirdi.
Mugambi bu sağlam planı yapmadan önce saati biraz daha keşfetmek namına pimi
ileri sardı. Pimi günümüze kadar sardı. Günümüzden birkaç saat daha ileri
sardı. O an biraz ileride Theodor’un yaveri gibi dükkanda vakit geçiren
Nazmi’yi gördü. Nazmi o an dükkanda değildi.. Nazmi saatçileri gözleyip ,
Theodor’a günlük satış raporu veren simsar kılıklı , sıska ve gücünü cebindeki
silahtan alan bir tipti. Kısa bir dönem hapis yatmış ve bu sayede o çehrede nam
yürütmeye kalkmıştı. Siyahi mülteciler Nazmi’den ve özellikle Nazmi’yi bu
saatte görmekten hoşlanmazlardı. Mugambi Nazmi’yi görünce ne olduğunu anlamak
için saati biraz daha ileri sardı
‘’ Sıkıyım mı lan!’’ ses bir anda
kafasında patlamıştı. ‘’ O saatin kolunda ne işi var lan dürzü! Senin neyine
saat takmak! ‘’ Kolları kenara kıstırılmış bir vakitte zamanın ilerisinde kendi
bulan Mugambi direnmeye başladı. ‘’ O
saağti alma ağbi , lazım ağbi.’’ Aklından tek geçen şey ailesini ve geçmişini
değiştirmek olan Mugambi hala direniyordu.
Nazmi Theodor’a döndü ‘’ Bugün
hiç saat satmamış. Üstelik kolundaki bu değerli saati de çalmış. Artık
nerden anladıysa Salvador Dali’nin saati olduğunu. Bir de cahil deriz vaay
çakal.’’ Mugambi koluna baktı. Saat Theodor’un kolundaydı. Mugambi Nazmi’nin
elinden kurtulup Theodor’un üstüne saati almak için atladı. Nazmi bağırdı ‘’
Lan dur lan. Napıyorsun lan!’’ O sırada çınısı derinlerden gelen bir silah
patlaması duyuldu. ‘’Ağbi’’ dedi Mugambi ‘’ Saağat lağzımdı ağbi…’’
Geçmişinde dahi ölüm kol gezen Mugambi ,
namı diğer saate muhtaç saatçi , gelecek zamanın bu köşesine sıkıştığı
için istemsizce kendini boğmuştu , beyaz olduğu düşündüğü nefesini son kez
soludu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder