iletişim: seellialti@gmail.com

8 Ocak 2015 Perşembe

Kısa Hikaye 3: Eriyen Zamanın Saatçisi

       

        


Mugambi tonunun beyaz olduğunu düşündüğü havayı soludu. İstanbul’a gelişinin ikinci yılındaydı. Ülkesinin sınırlarından taşıp , gelişmekte olduğunu sandığı bu ülkede , insanların ‘’ırkçı olmayan fakat sevgi bakımından hafif alaycı olan’’ tavrıyla tanışalı kocaman tam iki yıl.




Çeşitli işlerde yer alan Mugambi ,  ten renginin bu ülkede koşullandırdığı bir toteme sahipmiş gibi davranılan ‘’seyyar saatçilik’’ mesleğine el atmıştı son olarak. Bu meslekte ustalaşacak ve 30-40 cümleden hallice Türkçesiyle insanlara tanesi 5 liradan olan saatleri satmaya çalışacaktı.

‘’Sağat alırsın ağbi ? ‘’ – ‘’ Fenerbahçe cimboma sallar’’ (Fenerbahçeli olanlara yaranıp saat satışlarını arttırmak için kullanırdı bu cümleyi )  – ‘’ bej lira , bej lira’’ gün içinde çok sık kullandığı bazı cümlelerdi.

Elbette insanoğlu merak ederdi ,  bunca saat bunca siyahi mülteciye İstanbul’da nasıl ulaşıyor diye. Fark edildiği üzere Mugambi’nin saat sektörüne el atan toptancıya ulaşması epey zaman almıştı. 

Bunun nedeni aslında bariz belli bir durumla ilgiliydi. Siyahi mültecilerin saat sektörüne ulaşması için güvenilirlik kazanması gerekiyordu. Mugambi’de ikinci yılını tamamlayıp kalıcı olacağının teminatını bu şekilde sağladıktan sonra , nihayetinde saat işine başlamıştı.

İstanbul Kapalıçarşı’da Theodor isimli annesi Türk , babası İspanyol , ruhu yunan , kesesi Yahudi  bir saatçi vardı. Saatçi Theodor , zenginlere ve turistlere tek tük sattığı saatler dışında  , dede yadigarı saatçi dükkanını ayakta tutabilmenin yolunu uzun yıllardır kavramış ,  mülteci geçişlerle iletişim kurmak için bazı çıraklar yetiştirmiş , eline geçen 5 liralık defolu saatlerden , yıllar yılı damlaya damlaya bir göl yaratmıştı.





Günün şafağında siyahi mülteciler gelir , kolilenmiş saatleri alır , akşamaysa kar marjı bölüşülürdü. İşte Mugambi Theodor’un işçilerinden olan bu mültecilerden biriydi. Theodor’un hafif şark kurnazı ruhunu yavaştan tanımaya başlayan Mugambi , satışlar için var gücüyle çalışmaktaydı. 


Onun bu yüksek temposu , Theodor gibi pragmatist bir adamı çok mutlu ediyor ve Mugambiye yeterli güveni duymasını sağlıyordu. Kırlaşmış ve dökülmüş tek tük saçlarını kaşırken , teki kırılmış dişini gösteren gülüşünü gizleyemiyordu. Evet zengindi Theodor. Ah şu dişini de bir yaptırsaydı!



Günlerden bir gün Theodor’un eski bağlantılarından bir iki sıkı koli gelmişti. Tanıdık olduğu için Theodor hiç para bile ödememişti saatlere. Bıyık altından gülmüş ,  İspanyol saati niyetine kazancınn 3 katına hatta 4 katına satabileceğini düşünmeye başlamıştı. Koli teslimatını  yapmak için sabah Mugambi’yi bekledi. Tenindeki tek beyazlık gözünün üstündeki sabah silmediği çapağı olan , teninin ardından ise saflığı  ve masumiyeti taşan , Mugambi  dükkana yine ilk gelenlerdendi.






Theodor Mugambi’yi alelade bir biçimde kenara çekti. ‘’ Bak kara oğlan. Bunlar İspanya’dan geldi. 15’e satacaksın tamam mı ? Bej lira bej lira değil! On bej lira on bej lira ,hatta otuz lira diyeceksin anlaştık mı ? Bunları satarsan sana sağlamından bir yüzlük veririm bugün. Haa eğer elinde kalırsa. Saatlere baka baka memleketine gidersin. ‘’ Mugambi anlaması gereken parayla ilgili ana kelimeleri anladıktan sonra usulca ‘’ Olur ağbi’’ dedi. Saatleri aldı ve yola koyuldu.



Yürüdü. İzbede yer alan ucuzca bir dönerciye uğrayıp , 1 liraya döner ayran usulü kahvaltısını yaptı ve satış yaptığı mekana doğru yol aldı. Bugün satışlarını erken ve hızlı yapması gerekliydi. Bu yüzden zamanı kontrol etmeye ihtiyacı vardı. Saatin kaç olduğunu bilmeyen bir saatçi olduğunu hatırladı bir an , koliyi araladı ve yığınla dizilmiş , önceki sattıklarına göre daha kaliteli olan saatlerine bir göz attı. ‘’Doğru ya’’ dedi içinden ‘’ Saatin kaç olduğunu bilmeyen saatçi mi olurmuş?’’ , işte o gün günlerdir merak etmediği kadar saatin kaç olduğunu merak etmişti. Rastgele bir saat çekti. Kenarında ‘’Dali’ye Gala’dan’’ yazıyordu. Dali kimdi ki ?  Saati koluna geçirdi. Sol kolunu kaldırdı ve yeni saatine baktı. İçinde Theodor gibi bir adama yapılmış bir hilenin mutluluğu ve kendi söküğünü diken terzi tadındaki bir saatçinin mutluluğunu hissetti saate bakarken. Fakat bir sıkıntı vardı. Saat çalışmıyordu. Mugambi Türkçe öğrendiği bir küfrü sessizce kendi aksanıyla etti ‘’SIKTIR!’’.



Türkler gibi sitem etmeyi seviyordu Mugambi. Aidiyetini arıyordu memlektinden koptuğundan beri. Küfürlerse bir kültürün renklerinin alt katmanda yer alan siyah tonlarıydı. Mugambi kendi teninin tonlarında yüzmekten de hoşnuttu.



Saati kolundan çıkarmadı. Pilsiz olduğunu düşündüğü kolundaki saatiyle satış yapacağı Eminönü iskelesinin önüne değin yürüdü. Tezgahını açtı , daha gür bağırdı ‘’On bej lira,on bej lira!’’ .  5 lirayı duymaya alışkın önce çevre esnafı garipsedi Mugambiyi. O gün pek zinde uyanmış Köfteci Ahmet Mugambi’ye takılmayı severdi. ‘’ Oo Mugambi paraya ihtiyaç çok herhalde , hayırdır gelin mi getiriyorsun ? ‘’ Mugambi bir an duraksadı . ‘’Yok ağbi İspanyol bunlar. Ondan’’ dedi saatleri göstererek.



‘’İlk kendine almışsın be oğlum’’ dedi Ahmet kolunu işaret ederek. ‘’ Cidden paraya ihtiyacın yok galiba.’’ Mugambi sırıttı ‘’ Bozuk ağbi’’ dedi. ‘’ Nasıl bozukmuş koçum o ya. Getir bir bakalım ‘’ köfteci Ahmet. Eline aldı saati. Pimini kurcaladı . Saat işlemeye başlamıştı tik tak. Mugambi’nin yüzündeki sevinç görülmeye değerdi. ‘’ Sağol ağbi’’ deyip köşesine geçti. ‘’ Yalnız saatini ayarla onun bak . Saat şimdiyi göstermiyor ‘’ dedi önemsemez bir tavırla Ahmet. Ardından gelen müşteriye köfte ekmek hazırlamaya koyuldu.



Mugambi yapması gereken işe yoğunluğu nedeniyle saatin zamanını güncellemeyi unutmuştu. Vakit ilerledi. 15 Lira olan İspanyol saatleri kimse almıyordu. Mugambi’nin korkusu da saniyelerle birlikte arttı. Theodor’dan korkuyordu , kendine insanları muhtaç kılan Theodor’un saatleri bugün satamazsa gerçekten onu memleketine yollamakla ilgili bir şey yapıp yapmayacağıyla ilgili kafasında bin bir tane soru vardı. Hava kararmaya başladığında Mugambi , cebindeki son 15 lirayı kolundaki saati satın almak için Theodor’a vereceği para kesesine yerleştirdi. En azından kendine de ait olsa bir tane saat satmayı başarabilmişti. Ve en azından saati ayarlamıştı. Theodor’un dükkanına yaklaşırken , esnaf lokantalarından birine dalıp saati sordu. Dışarı çıktı , Kapalıçarşı girişine yaklaşırken karanlık bir sokaktan geçerken saati ayarlamaya çalıştı.





İşte o an olan olmuştu!  Mugambi pimi çevirdikçe garip şeyler oluyordu. Pimi geriye sardı. Yaklaşık 6-7 saat geriye sardıktan sonra yanında Ahmet abiyi yanında gördü. ‘’ Oo Mugambi paraya ihtiyaç yok herhalde ….’’diyordu yine Ahmet abi. Mugambi pimi geriye sardıkça şaşırmaya devam ediyordu. Saatin zamanda minimal yolculuklara neden olduğunu fark etmesi pek zaman almadı. İşte şimdi dünyanın en keyifli saatçisi olmuştu.



Biraz daha pimi geriye sardı. Mugambi o sırada İspanyol saatlerini  almak için Theodor’un yanından geçerken gördü. Daha sonra parmak uçları kesilene dek pimi geriye sarmaya devam etti. Tam yarım saat boyunca pimi çevirdi. Türkiye’ye giriş için Theodor’un adamı olduğunu bilmediği kimselerden yardım alıyordu. Zor süreçlerdi.



Biraz daha çevirdi. Biraz daha çevirdi... 1 saatlik bir çevirinin ardından suratı gençleşmiş boyu biraz daha kısalmıştı. Annesine sarıldı Theodor ,  babasına sarıldı. Nijerya’nın meşhur yiyeceği olan pirinç lapasını çadıra diğer kabileden saldırı gelmeden önce son defa kaşıklıyorlardı. Pimi geri çekti ve saati durdurdu. Orada biraz daha zaman geçirdi. Annesi ve babasına dikkatle baktı , keyifle izledi. Mutlulukla acının harmanlandığı bu yoğun hisse dayanamayıp pime tekrar bastı. Zaman işledi. Sesleri daha erken duyup saldırıdan kaçan Mugambi yine kurtuldu. Bir şeyi fark etti ,  tekrar zamanı ileri alıp iyi bir plan yaptıktan sonra ailesini kurtarmak için geri dönebilir böylece geleceğini değiştirebilirdi. 



Mugambi bu sağlam planı yapmadan önce saati biraz daha keşfetmek namına pimi ileri sardı. Pimi günümüze kadar sardı. Günümüzden birkaç saat daha ileri sardı. O an biraz ileride Theodor’un yaveri gibi dükkanda vakit geçiren Nazmi’yi gördü. Nazmi o an dükkanda değildi.. Nazmi saatçileri gözleyip , Theodor’a günlük satış raporu veren simsar kılıklı , sıska ve gücünü cebindeki silahtan alan bir tipti. Kısa bir dönem hapis yatmış ve bu sayede o çehrede nam yürütmeye kalkmıştı. Siyahi mülteciler Nazmi’den ve özellikle Nazmi’yi bu saatte görmekten hoşlanmazlardı. Mugambi Nazmi’yi görünce ne olduğunu anlamak için saati biraz daha ileri sardı



 ‘’ Sıkıyım mı lan!’’ ses bir anda kafasında patlamıştı. ‘’ O saatin kolunda ne işi var lan dürzü! Senin neyine saat takmak! ‘’ Kolları kenara kıstırılmış bir vakitte zamanın ilerisinde kendi bulan Mugambi direnmeye başladı.  ‘’ O saağti alma ağbi , lazım ağbi.’’ Aklından tek geçen şey ailesini ve geçmişini değiştirmek olan Mugambi hala direniyordu.  Nazmi Theodor’a döndü ‘’ Bugün  hiç saat satmamış. Üstelik kolundaki bu değerli saati de çalmış. Artık nerden anladıysa Salvador Dali’nin saati olduğunu. Bir de cahil deriz vaay çakal.’’ Mugambi koluna baktı. Saat Theodor’un kolundaydı. Mugambi Nazmi’nin elinden kurtulup Theodor’un üstüne saati almak için atladı. Nazmi bağırdı ‘’ Lan dur lan. Napıyorsun lan!’’ O sırada çınısı derinlerden gelen bir silah patlaması duyuldu. ‘’Ağbi’’ dedi Mugambi ‘’ Saağat lağzımdı ağbi…’’



Geçmişinde dahi ölüm kol gezen Mugambi ,  namı diğer saate muhtaç saatçi , gelecek zamanın bu köşesine sıkıştığı için istemsizce kendini boğmuştu , beyaz olduğu düşündüğü nefesini son kez soludu…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder